III
Anlıyorsun değil mi? Bir yabancıdan bahsediyor gibi, içimdeki “bana uzak olmalı” dediğim benleri var ediyorum burada. Felaketler sona noktadır, bana uzak olmalı dediğim felaketlerim her anımda… Koptu kopacak. Ne kopacak? Fırtına ya da inceldiği yerden can kopacak. Ne kaldı öğrenilecek, ezberler tekrarlardan doğmaz mı?
Biliyorum. Bu acı tanıdık bir acı… Düştüğün zaman, dizlerinin parçalanması gibi. Ve artık, annenin acıyan yerini öpünce geçeği gerçeğine inanmayacak kadar, küçük olmaktan da geçmişsindir. Biliyorum! Tanıyorum ben bu sızıyı; salıncakta, en yüksekten inerken, içini düşeceğim korkusu sarması gibi…Biliyorum…
Ya sen gece! Beni anlıyorsun değil mi? Çok uzadın diyorum sana… çok uzadın! Üstelik sigara paketimdeki de boşluk, yokluk… Dumanım da yok diyorum sana. Anlıyorsun değil mi? Bu kadar büyük bir yalnızlık işte…
IV
Yaşam, çok başlı kişilikti. Dünün öğrettikleri, yarın öğrenilecek olanların teminatı iken, bugün iç yüzüm aynaydı; dip, tepe her yeri yansıtan. Kokuşmuşluktan kaçmam, gözlerimi kısıp esintiye, dış yüzümü serin yere çevirmem, içim bozmasın diyeydi…
Sarsıldım. Kadını tuttular fırlattılar bir duvara. Seni nereye fırlattılar hiç bilmem. Nihayet indik. Sayıyorlar şimdi kırıklarımı, sayıyorlar… Ağrıyor mu? Bilmem… Ağrımıyordu sanıyorum. Acının eşiği yüksek yerdeydi bende… Hem artık hangi ağrı sızlanası ki…
Baba gibi korkularla büyüttüm ben içimi. Büyüttüm de zor büyüdü; cılız, iştahsız bir çocuk gibi. Ergenliğe zamansız girmiş, kurbağa suratlı bir kız gibi. Gırtlağa dayanmış yoklukta, kurulmuş paşa sofralarından aç kalktı. İçi oturmadığından, oturamadı; içini büyütecek safrada. Ondandır belki ne yetişkin ne de çocuk olabildi. Hep ergen kaldı. Belki...
[Devamı Arka Sayfada]